Komplikasyonlar:
Uzun dönemde ortaya çıkabilecek temel komplikasyon, nakledilen kalpte ateroskleroz (damar sertliği) gelişimidir. Girişimden üç yıl sonra hastaların yüzde 40’ında ameliyattan önce var olmayan ve anjiyografiyle ortaya çıkabilen bir koroner damar sorunu görülür.
Nakledilen kalbin uyarıcı sinirlerinin çıkarılmış olması bu sorunun gizlice konjestif (kan göllenmesiyle seyreden) kalp yetmezliğiyle ortaya çıkmasına yol açar ya da ani ölümle sonuçlanır. Bu nedenle her yıl koroner damarların anjiyografiyle incelenmesi gerekir.
Ateroskleroz bütün vücutta yaygın olarak ortaya çıkar ve sıklıkla uzaktaki damarlardan başlayarak yakındakilere doğru yayılır; buna dayanarak, bazı hastalarda uygulanan yeni damar oluşturulması ya da koroner damar anjiyoplastisi (tıkalı damarın balonla açılması) girişimlerinin genellikle iyi sonuç vermediği söylenebilir.
Art arda yapılan anjiyografiler ağır bir bozukluk olduğunu ve potansiyel olarak öldürücü bir kalp hastalığını gösteriyorsa bu durumda kalp naklinin yemden yapılması gerekir. İkinci kez yapılan kalp nakilleri, tüm kalp nakli girişimlerinin yüzde 30’dan çoğunu oluşturur.
Nakledilen kalpte ortaya çıkan ate-rosklerozun nedeni tam olarak belirlenememiştir. Bununla birlikte, klasik aterosklerozdan daha farklı özelliklere sahip olduğu söylenebilir. Bu alanda doku uyumunun önemini araştıran çalışmalar karşıt sonuçlar vermektedir. Gene de nakledilmiş kalpteki aterosklerozun bağışıklık sistemi tarafından düzenlenen ve belki de kronik doku reddiyle bağlantılı olan bir sürecin sonucunda geliştiği artık kabul edilmektedir. Ateroskleroza yol açan öteki risk faktörleri kandaki kolesterol düzeyinin yüksekliği, yüksek tansiyon ve şişmanlıktır.
Bağışıklık sistemi baskılanmış olan bütün hastalarda olduğu gibi, doku reddini önlemek amacıyla bağışıklık sistemleri siklosporinle baskılanan bu hastalarda da kötü huylu tümör gelişimi riski artmıştır.
Siklosporinin kullanılmaya başladığı ve görece yüksek dozda kullanıldığı dönemlerde yapılan çalışmalarda lenfomların ortaya çıkma sıklığında bir artış saptanmıştır. Yaygın olan bu lenfomlar ameliyattan sonraki dönemin başlangıcında ve sıklıkla merkez sinir sisteminde ortaya çıkmaktaydı.
Lenfomların ortaya çıkma riskinin, kullanılan ilaçlardan çok, hastadaki bağışıklık sistemi baskılanmasının derecesiyle doğru orantılı olduğu anlaşılmıştır. Günümüzde kullanılan siklosporin dozları çok düşüktür ve lenfomlarm ortaya çıkma olasılığı hemen hemen hiç yoktur.
Uzun süre uygulanan bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi hastada bir dizi metabolizma değişikliklerine yol açar; bu değişiklikler uzun sürerse işlevlerin ciddi biçimde etkilenmesine neden olabilir.
Sonuçlar:
Yukarıda ele alınan komplikasyonlara karşın kalp nakli teknikleriyle belirgin olumlu sonuçlar alınmaktadır. Kalp nakli uygulaması için bekleyen hastaların yaşam beklentisi yaklaşık 3 aydır. Kalp naklinden sonra hastaların yüzde 80’i en az bir yıl, yüzde 6O’ı da en az 5 yıl yaşamaktadır. Bunun gibi ilgi çekici olan bir konu da, ilk bir yılı atlatmış olan hastaların yüzde 85’inin günlük yaşamı ve iş yaşamını sürdürebilmeleri için gerekli olan rehabilitasyon programının sonuna değin uygulanabilmesidir.