Böbrek nakli yapılmış hastaların neredeyse tümünde iyileşme derecesi çok yüksek, büyük çoğunluğunda da genel durum çok iyidir. Ama böbrek nakline bağlı olarak çok sayıda komplikasyon ortaya çıkabilir. Bunlardan bazıları şiddetli belirtilerle kısa süreli (akut) olarak ortaya çıkar ve uygun tedaviyle düzeltilebilir. Bazıları ise aylarca ya da nakledilen böbrekle yaşama dönemi boyunca sürme eğilimi gösterir.
Komplİkasyonların çoğu bağışıklık sistemini baskılamak amacıyla uygulanan tedaviye bağlanabilir. Ama daha hastanın diyalizde olduğu dönemde karşılaşılan ve nakilden sonra şiddetlenerek sürebilen komplikasyonlar da vardır.
Çok ağır komplikasyonlar oldukça sınırlı sayıda hastada ortaya çıkar; geri kalanlarda komplikasyon ya hiç görülmez, ya da fazla ağır değildir. Böbrek naklinin sorunlu olduğu hastalar daha çok yaşlılar ve uzun ya da sıkıntılı bir diyaliz dönemi geçirenlerdir. Çoğunluğu oluşturan öbür grup hastalarda komplikasyonlar ortaya çıksa bile genellikle daha hafiftir.
Gerçekten de ağır komplikasyonlara ender rastlanır. Geri kalanlar uygun tedavilerle kolayca kontrol altına alınabilir ya da hasta için önemli sorunlar oluşturmaz. Hastanın sağ kalması açısından en önemli komplikasyon enfeksiyondur. Enfeksiyonlar böbrek nakli yapılmış hastalar için başlıca Ölüm nedenlerinden biridir. Böbrek naklinden hemen sonra idrarda bakteri ve ameliyat yarası enfeksiyonları sık görülür. Sonraki dönemlerde ise deride mantar ya da bakteri enfeksiyonları oluşabilir. Bütün bunlar kolayca kontrol altına alınabilir.
Herhangi bir aşamada ortaya çıkabilen bronş-akciğer enfeksiyonları mantar, virüs, bakteri ve protozoa gibi çok çeşitli Etkenlere bağlı olabilir. Bazen hafif ateş ve öksürükle sinsice gelişen ve akciğerlere ilişkin herhangi bir bulgu vermeyen bu tür enfeksiyonlar birkaç saat içinde akut solunum yetmezliğine yol açabilir.
Nakil yapılmış bir hastada basit de olsa herhangi bir enfeksiyon ortaya çıktığında, hem nakli gerçekleştiren, hem de nakil öncesinde ve sonrasında hastanın bakım ve tedavisini üstlenen hekimlerin bu enfeksiyonun gidişini dikkatle izlemesi gerekir. İlk aşamada çekilen bir göğüs filmi akciğerlerdeki bir iltihap sürecinin başlangıcını gösterebilir. Dolayısıyla enfeksiyon odağının görülemediği iki günden fazla süren her ateş yükselmesinde bu incelemenin yapılması gerekir.
Ayrıca bu hastalar sigara içmemeli ve sigara içilen yerlerden uzak durmalıdırlar. Çünkü sigara hem bronşlarda örselenmeye yol açarak, hem de solunum yollarında havalanmayı azaltarak solunum sisteminde enfeksiyonların ortaya çıkışını kolaylaştırır.
Steroitlerin kullanılmasına bağlı komplikasyonların en ağırlarından biri şeker hastalığıdır. Bu hastalık steroit tedavisi görenlerin yaklaşık yüzde 10’unda ortaya çıkar ve bunların yaklaşık yarısında insülin tedavisi gerektirecek kadar ağırdır. Kan şekeri yüksek olan bütün böbrek hastaları gibi bu hastalarda da kan şekeri düzeyi olabildiğince normal sınırlar içinde tutulmalıdır ve tedavi düzenlemesi için idrarla şeker kaybının engellenmesi yeterli değildir. Çünkü bazı hastalarda şekerin böbrek borucuklarından geri emiliminin azalması sonucunda, kan şeker düzeyi 150’nin altında olduğunda bile idrarla şeker kaybı ortaya çıkabilir.
Bu hastaların bir bölümünde şeker hastalığı nakilden sonraki dönemde kendi kendine geriler; bu durum belki de steroitlerin dozunun azaltılmasına bağlıdır. Ama bazen naklin üzerinden yıllar geçmesine ve hatta steroitlerin bütünüyle kesilmesine karşın, kan şekeri yüksek kalır. Aynca steroitlerin kesilmesi doku reddi tehlikesini belirgin ölçüde artırır ve bazı olgularda bu durumun geriye dönüşü yoktur.
Siklosporinle tedavi edilen bazı hastalarda steroitlerin ileri dönemde yavaş yavaş azaltılarak kesilmesiyle iyi sonuçlar alınmıştır. Ama bu yöntemde, steroitleri azaltma ya da kesme kararının verildiği andan başlayarak böbrek işlevleri dikkatli bir kontrol altında tutulmalı ve doku reddi belirtileri görülürse yeniden steroit tedavisine dönülmelidir.
Göz tansiyonu (glokom) ve katarakt gibi steroit tedavisinin gözdeki yan etkileri daha ender görülür. Bunlar genellikle tedavinin ileri dönemlerinde ortaya çıkar ve özgül tedaviye pek az yanıt verir.
Olguların büyük bölümünde katarakt ve göz tansiyonu hafif bir ilerleme gösterir; çok ender durumlarda ve genellikle tamdan aylar, hatta yıllar sonra cerrahi girişim gerektirecek kadar ağırlaşır. Katarakt yalnızca ileri evrelerde kendini belli eder ve steroitlerin kesilmesi genellikle iyi sonuç vermez; çünkü lezyonlar çok zor geriler ve ilerlemelerini yavaşlatmak zordur.
Steroit tedavisine bağlı komplikasyonlar arasında yüksek tansiyon ve kalp-damar sistemi hastalıkları özel bir yer tutar. Böbrek naklinden sonraki ilk aylarda steroit almayan hastalarda yüksek tansiyonun çok daha seyrek ortaya çıkması steroitlerin bu tür hastalıkların gelişmesini kolaylaştırdığını göstermektedir.
Böbrek nakli yapılmış hastalarda atardamar basıncının yükselmesine ya da yüksek kalmasına yardımcı olan başka etkenler de vardır. Bunların başında büyük ve küçük atardamarlarda sertlik (arteryo ve arteryoloskleroz), atardamar basıncını yükseltici böbrek salgılarının varlığı ve çoğu hastada görülen vücutta aşırı sodyum tutulması sayılabilir.
Böbrek naklinden sonra ortaya çıkan yüksek tansiyonda bazen siklosporinin rol oynadığı düşünülmektedir. Bu etki siklosporinin böbreğin küçük atardamarlarına zarar vermesine ya da böbreklerden salgılanan damar basıncını yükseltici renin adlı maddinin üretimini artırmasına bağlı olabilir. Bazen yüksek tansiyon var olan arteryoskleroz ya da başka bir damar hastalığını şiddetlendirerek anjina tipi ağrılar, enfarktüs ya da çevrel atardamarlarda gerçek bir tıkayıcı hastalıkla sonuçlanabilir.
Bu hastalarda sık rastlanan kan lipit düzeyi bozuklukları ve alyuvar sayısındaki artışlar da damar tıkanıklığı riskini artırır. Alyuvar sayısındaki artış nakledilen böbreğin eritropoetin (alyuvar yapımını sağlayan hormon) salgısının yeniden normal ya da yüksek düzeye ulaşmasına, alyuvarların ortalama hacimlerinin artmasına ve belki de steroitîerin doğrudan kemik iliğini uyarmasına bağlıdır.
Genellikle steroitlere bağlanan metabolizma bozuklukları arasında kanda trigliserit ve kolesterol düzeylerinin yükselmesi sayılabilir. Hemodiyaliz uygulanan hastalarda sık karşılaşılan kan lipitleri orantısızlığının ortaya çıkmasında çeşitli metabolizma ve iç salgı sistemi bozuklukları rol oynar. Dolayısıyla steroitler böbrek nakli yapılmış hastalarda ortaya çıkan kan lipit düzeyi bozukluklarının temel nedeninden çok, kolaylaştırıcı bir etkenidir.
Siklosporin elektrolit metabolizması bozuklukları ve mukoza-deri lezyonları gibi bazı başka yan etkiler de yaratır. Başlıca elektrolit metabolizması bozuklukları kanda potasyum ve ürik asit düzeyi yükseklikleridir. Bu komplikasyonlar hastaların büyük bir bölümünde ortaya çıkabilir ve çoğu olguda uygun bir tedaviye başvurulmasını gerektirir.
Derideki bozukluklar arasında en sık görülen, normal vücut kıllarının artmasıdır. Genellikle olağandışı bölgelerde de kıllanmayla birlikte gelişir. Saçların hacmi artar; kadınlarda normalde kıl bulunmayan göğüs, çene, dudak üstü ve yanak gibi bölgelerde kıllar çıkmaya başlar. Bu komplikasyon bazen gerileme eğilimi gösterir, ama önemli estetik sorunlar yarattığı hastalarda, özellikle de gençlerde ruhsal çöküntüye neden olabilir.
Siklosporinin sık görülen bir yan etki kişi de dişeti büyümesidir. Dişetlerinin aşırı gelişmesi bazı hastalarda normal çiğneme eylemini bile engelleyecek boyutlara ulaşabilir ve fazlalıkların cerrahi girişimle alınmasını gerektirir. Bu komplikasyonun gelişme olasılığını azaltmak için, naklin yapıldığı günden başlayarak hastaların dişetlerine diş fırçasıyla uzun süreli ve sert masaj uygulamaları önerilir. Böylece dişetlerinin büyümesine yol açabilen tartar oluşumu engellenmeye çalışır.
Bazı durumlarda ise bir diş hekiminin biriken tartarı temizlemesi gerekir. Deride ender olarak yağ kistleri ya da adenomlar da görülebilir. Uzun süreli steroit kullanımına bağlı olarak deride görülen kırmızı çizgilere ve sivilcelere ise nakil yapılan hastalarda steroit dozunun çok düşürülmesi nedeniyle gittikçe daha az rastlanmaktadır.
Siklosporin sinir sistemini de etkileyebilir. Bu etki genellikle istemli titreme (dinlenme durumunda görülmeyen, ama İstemli hareketlere kalkışıldığında ortaya çıkan titreme) biçiminde ortaya çıkar. Hastaların yaklaşık yüzde 22’sinde görülür, ama günlük yaşantıyı etkileyecek kadar ağırlaşması enderdir. Çok daha ağır bir sorun olan kasılma nöbetlerine ise yalnızca arada bir, ama özellikle şiddetli yüksek tansiyonu olan küçük çocuklarda rastlanır.
Siklosporin hastaların yüzde 25’inde karaciğeri etkileyerek transaminaz ve/ ya da bilirubin artışına neden olur. Ama hemodiyaliz uygulanan birçok hastada bir karaciğer bozukluğunun bulunduğu unutulmamalıdır. Ayrıca karaciğer enzimlerindeki yüksek artışa, steroit ve azatiyopin tedavisi gören hastalarda da aynı oranda rastlanır. Azatiyoprin safra yolları takınıklığına bağlı karaciğer hastalığından başka kemik iliği baskılanmasına yol açarak akyuvar ve bazen trombosit sayısının azalmasına da neden olabilir. Bu durumun düzelmesi için ilacın kesilmesi gerekir.