Birincil derecede önem taşıyan etkenlerden biri, güvenilir ve etkili tedavi tekniklerinin yaygınlaşmasının yanı sıra kalp nakli uygulanacak hastaların seçiminde uygulanacak ölçütlerin belirlenmesidir.
Konunun başlangıcında geleneksel kalp cerrahisiyle tedavi edilemeyen bazı kalp hastalıkları bulunduğu belirtilmişti.
İşte bu hastalıklarda kalp naklinin uygulanması gerekmektedir:
• Kalbin koroner atardamarlarına yayılmış olan ve bir yandan geriye dönüşü olmayan yetmezlik, öte yandan sıklıkla birbirini izleyen ve kontrol altına alınamayan ağrı nöbetleriyle ortaya çıkan enfarktüsle sonuçlanan kalp hastalıkları.
• Miyokart hastalıkları ya da daha dar anlamda miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi tıbbi tedaviyle iyileşmesi beklenmeyen ve kesinlikle geriye dönüşü olmayan miyokart yetmezliğine yol açan miyokart hastalıkları.
• Kalp kapakçıklarının hastalıkları birden fazla kapakçıkta aynı anda ortaya çıkarsa ve özellikle de miyokartın durumu, yalnızca kalp kapakçığına yönelik bir girişimden olumsuz etkilenecekse.
Kalp nakli uygulanması planlanan hastaların seçilmesinde hastalığın öncelikle kalpten kaynaklandığı ve yaşamsal önemi olan öteki organlarda ağır ve tedavi edilemeyecek hastalık bulunmaması dikkate alınmalıdır.
Adayın yaşar hasta seçiminde kendi başına bir ölçüt değildir; değişik yaş grupları arasındaki riskin düzenli bir dağılım gösterdiği anlaşılmıştır.
Erken çocukluk dönemi bu kuralın dışında kalır; küçük çocuk hastalar konusunda deneyim eksikliği ve bu hastaların her birinin kendine özgü durumları riskin artmasına neden olur. Görece yaşlı hastalar, tümör ya da dejenerasyona yol açan hastalıklar açısından dikkatle değerlendirilmelidir.
Sürmekte olan enfeksiyonların varlığı kalp nakli uygulamasını zorlaştırır. Güçlü antibiyotikler ile virüs ve mantar ilaçları, bağışıklık sisteminin baskılanmış olduğu durumlarda bile ağır ya da bölgesel enfeksiyonların kontrol altına alınabilmesini sağlarsa da enfeksiyonlar kalp nakli için büyük bir risk oluşturur.
Aktif tümörlerin gelişmesi bağışıklık sistemi baskılanmış olan hastalarda her zaman durumun ağırlaşmasına yol açar; böyle durumların varlığı hastaya kalp nakli yapılmaması için önemli bir nedendir. Genişleyici kardiyomiyopatisi (kalp kası hastalığı) olan ve yüksek dozda ilaçlarla tümör tedavisi görenlerde kalp nakliyle iyi sonuçlar elde edilebilmiş ve tümörün gerilediği görülmüştür.
Yeni geçirilmiş bir akciğer enfarktüsünde pıhtılaşmanın yarattığı risk ve enfarktüs bölgesinde enfeksiyon gelişmesi olasılığı nedeniyle kalp nakli uygulanmamalıdır. İnsüline bağımlı şeker hastalığında da nakil yapılmamalıdır; bilindiği gibi hastaya uygulanan steroit tedavisi şeker hastalığını alevlendirecektir.
Kronik bronşit ya da akciğer amfizeminde olduğu gibi, akciğer damarlarındaki direncin yükselmesi durumunda da ameliyattan sonra kalbin sağ karıncığı işlevini yerine getiremeyeceğinden kalp naklinden kaçınılmalıdır.
Yukarıda söz edilen ölçütlerin ışığında ve hastaların kendi gereksinimleri doğrultusunda, kalp nakli uygulaması için bir potansiyel alıcı grubu oluşturulabilir.
Bu yine de yeterli değildir. Nakil uygulanması düşünülen her hastada bir dizi bağışıklık incelemesi yapılmalıdır; lökosit ve doku tiplemesi adı verilen inceleme sonucunda hastanın antijen yapısı ortaya çıkarılır. Bu uygulamanın yararı, kalp nakli uygulanırken vericinin antijen yapısı ile alıcının antijen yapısının karşılaştırılması ve hastaya kendi antijen yapısına en uygun olan doku nakledilerek doku reddi riskinin en aza indirilmesidir.